The smell of blood



Share
 

 The smell of blood

View previous topic View next topic Go down 
AuthorMessage
Misafir
Guest


The smell of blood Empty
PostSubject: The smell of blood   The smell of blood Icon_minitimeTue 24 Jul - 10:16

The smell of blood CMnX8


İntikam duygusunun gözünü bürüdüğü Bixente, Darja'nın lideri olduğu vampir klanını araştırmaya koyulmuştur. Ustasını öldürenlerin, bu klan olduğunu düşünmektedir ve klan liderinin sahibi olduğu striptiz kulübüne tek başına gelme cesaretini yada deliliğini göstererek olan biteni öğrenmeyi amaçlamaktadır.


Back to top Go down
Misafir
Guest


The smell of blood Empty
PostSubject: Re: The smell of blood   The smell of blood Icon_minitimeTue 24 Jul - 10:25




Eylül, 2008

Idris sokakları yağmurun azizliğiyle parıldıyordu. Gökyüzü kara bulutlarla cebelleşiyor ve aydınlık kalmaya gayret ediyordu. Yufiela'nın kaybolmasının üzerinden iki yıl geçmişti ve Bixente artık aramaktan vazgeçmişti. Gidebileceği her yere baktığına emindi. Silah dükkanını kilitledi ve kendisini yağmurun altına bıraktı. Islanan tenine takıldı gözleri. Vücudundaki işaretlere baktı. Sol elinin baş parmağının üzerinde ilk işareti duruyordu. Onu ayakta tutan tek işaretti bu. Yan yana üç çizgi ve hepsinin ortasından geçen tek bir çizgi. Bixente dışında başka kimse için bir anlamı olduğunu düşünmüyordu. Bu amblem, 'Yufiela' demekti onun için. Yaşlı adam, elindeki stelle özenerek çizmişti bunu Bixente'nin parmağına. "Neredesin?" dedi Bix. Gökyüzüne bakıyordu bunu söylerken. Yufiela ile her zaman baktıkları yöne bakıyordu. Belki oralarda bir yerlerde sesini duyabilme ihtimaline karşı. Belinde duran iki hançeri düzelterek yola adımını attı. Yağmur saçlarını ve sakallarını sırılsıklam yapmıştı bile. Pelerinin başlığını çekmek sonradan aklına gelmişti adamın. Yol boyunca bulunan mekanların içinde oturanlara baktı. Hepsi işaretli birer nefilimdi. Çoğu henüz okulu bitirmemişti. Bixente, nefilim ırkına 'görevliler' demeyi daha çok seviyordu. Çünkü, onların amaçları vardı, bu dünyaya boşuna gelmemişlerdi. *Sıradan değillerdi en azından. Mekanların önlerinden geçerken bazı bakışları üzerine çektiğini hissediyordu. Yufiela'nın yanında durduğu süre boyunca ve sonrasında silah dükkanının daimi bir elemanı olduğu için, Idris halkının neredeyse hepsi Bixente'yi tanıyorlardı artık. Bu yüzden ona bakan gözlere aldırış etmeden yoluna devam etti. Ta ki, 'sessiz kardeşlerin' bir üyesi önünde durup onun adını söyleyene kadar! "Merkez seni çağırıyor Bixente. Bu gün bitmeden uğraman gerekiyor!" sesinde farklı bir duruş vardı adamın. Yüzleri görünmüyordu, belki de bu yüzden sesini cüssesine yakıştıramamıştı. Bakışları hala karşısındaki adamda duruyordu, fakat hiç sesi çıkmamıştı. Merkez, onu neden çağırabilirdi ki? Bir cevap bulamıyordu bu soruya ve bu yüzden karşısındaki adama ne diyeceğini bilemiyordu. Elbette merkezin çağrısını geri çeviremezdi ve bu yüzden ağzını araladığı sırada, sessiz kardeşlerin üyesi olan adam birden gölgeye karışıp ortadan kayboldu. Yağmurda ayaklarının çıkardığı sesi dinleyerek, merkeze doğru yola koyulmuştu bile...

"Yufiela öldürülmüş Bixente. Yeni haberini aldık. Sana söylememiz gerekiyordu!" konsey üyelerinden olan adamın bu sözlerinden sonra gelecek olan diğer sözleri dinlenmeye değecek kadar önemli olmayacaktı. Bixente, başını kaldırdı ve hiçbir duygunun barınmadığı çehresiyle karşısında duran adama baktı. "Çıkabilir miyim?" dedi. Karşısında duran yaşlı nefilim, başını onaylayan bir tavırla öne eğdi. Bixente merakla girmiş olduğu kapıdan yaralanmış olarak çıkıyordu şimdi. Başlığını geçirerek kendisini yağmura bıraktı! O gün ve ondan sonraki her gün, intikam ve arayış içerisinde geçecekti artık!

New York.
Temmuz, 2012
'Kan Kokusu'

New York sokaklarından ateş püskürüyordu adeta. Karanlık ve esinti sıcaklığı düşürmeye yetmemişti. Bixente'nin peşinde olduğu, Aşağıdünya'nın güçlü vampir klanlarından biriydi. İntikam peşinde geçen dört yılın sonunda elde ettiği ufacık bir bilgiydi, onu buraya kadar getiren. Yufiela'yı öldürenler, New York Vampirleri olabilirdi. Kesin olarak bir bilgiye sahip değildi, fakat bunu öğrenmenin tek yolu yüzleşmeydi ve buraya gelmesinin amacı da buydu. Yazılı antlaşmaları bir kenara bırakmıştı. Buraya gelmesi, kendisi ve bağlı olduğu statü için tehlikeliydi aslında. Hem öldürülebilir, hem de savaş çıkmasına sebep olabilirdi. Lakin bunların hiç birini umursamıyordu Bixente. Adımları, aldığı kokular doğrultusunda ilerliyordu. Klanın nerede konuşlandığı hakkında az da olsa bilgisi olduğu için temkinli bir şekilde ilerliyordu dar sokaklarda. Sıradanların onu görmesini engellemek için, göz boyama tekniğini kendi üzerinde kullanmıştı. Yanlarından geçtiği sırada ürperen insanların garip tepkileri onu eskiden eğlendirirdi, fakat şu anda tek bir amaca doğru ilerlediği için bunlarla ilgilenmiyordu. Loş ışıklarıyla, diğer sokaklardan ayırt edilebilecek karanlık sokağın içerisine bıraktı kendisini ve sokağın başında duran iki adamın, Bixente'yi görmesi; adamların vampir olduğunu kesinleştirmişti. Aslında dikkatli bakılınca, onları diğerlerinden ayıran bariz özellikler seçilebilirdi. Bembeyaz ten renkleri ve donuk bakışları bile buna yeterdi. Az önce rahat bir halleri olan adamlar, Bixente'yi görünce gergin bir hareketle yaslandıkları duvardan doğruldular ve gölgenin önüne geçtiler. Striptiz kulübünün kapısı, adamların arkasında ihtişamlı bir şekilde duruyordu. Karşısında duran iki vampirden iri yarı olanı, bir adım öne çıktı. "Rezervasyonunuz var mı efendim?" dedi konuksever bir şekilde. Tabi ki de yoktu. Bu hayata gelirken rezervasyon gerekiyor muydu ki, Bixente'nin gözünde beş para etmeyen bir striptiz kulübüne rezervasyon alacaktı? "Darja ile görüşeceğim." sesindeki tehdit, adamların kenara çekilerek yol vermelerini sağlamıştı. Yada bunun sebebi başka bir şeydi. Çünkü aklı olan hiç bir varlık, buraya gelip klanın lideri olan Darja'ya tehdit olabilecek bir harekette bulunmaya kalkışamaz diye düşünüyorlardı.

Bixente adımlarını içeri soktu ve içerideki basık kokuyu ciğerlerine doldurdu. Gözleriyle etrafı süzerken klan liderinin nerede olabileceğini düşünüyordu. Sonrasında gözleri bir kapıda takıldı. Gösterişli bir kapıydı ve önünde, dışarıdaki adamlarla aynı elbiseyi giymiş olan bir vampir bekliyordu. O kapıya doğru ilerledi. Kapının önünde bekleyen vampir gözlerini Bixente'nin üzerinde durdurdu. Sorgulayıcı bir ifade vardı suratında. "Kenara çekil." dedi sadece. Vampir kenara çekilmeden önce kapıyı tıklattı ve kendi elleriyle açarak Bixente'ye yol verdi. Sanki hepsi onu bekliyor gibiydiler! Bu davranış biçimi, Bixente'yi daha da çıldırtmıştı. İçeri girdi. Kapının tam karşısında ahşap bir masa bulunuyordu ve masanın başında sarışın, beyaz tenli ve gözlerindeki kana susamışlığı saklamak için ağır bir makyaja maruz kalmış güzel bir kadın oturuyordu. Hiçbir ses belirtisi yoktu odada. Sadece birbirine bakan gözler vardı...



Back to top Go down
Darja Romanova
vampir, new york klan lideri, violent pleasures
vampir, new york klan lideri, violent pleasures
Darja Romanova


The smell of blood Empty
PostSubject: Re: The smell of blood   The smell of blood Icon_minitimeWed 25 Jul - 4:33

Dişi vampir sıkıntıyla iç geçirerek başını ellerinin arasına alıp, dirseklerini sertçe masaya yerleştirdi. Kulübün gürültüsünden uzaklaşıp klanı ile ilgili birkaç pürüzü ortadan kaldırması gerekiyordu ancak kafasını bir türlü toparlayamadığı gibi gelip gideni de eksik olmuyordu. “En iyisi bir süreliğine ortadan kaybolmak” diye fısıldadı kendi kendine. Çekmecesine uzanıp, koyu renkli, kalın bir dosyayı çekip aldı. Sorumluluk almak ona göre değildi belki, ancak kendi kurallarını koymak ve bir açıdan da bağımsız olmak fikri hoşuna gidiyordu doğrusu. Masasına yavaşça bıraktığı dosyanın üzerine zarif, zümrüt rengi bir el yazısı ile içerik hakkında birkaç not düşülmüştü. Darja, kardeşine ait olan bu yazıyı görür görmez tanıdı. Merak içerisinde sayfaları karıştırırken sinirlerinin yay gibi gerildiğini parmak uçlarındaki hafif çekilmeden dolayı hissedebiliyordu. Onca kurala ve onca tehdide rağmen kendisine bağlılık yemini eden bu adamdaki cüreti anlayamıyordu! Rozkhov, NY klanının üyelerinden biriydi ve geçmişinin de pek temiz olduğu söylenemezdi. Zamanında, bin sekiz yüzlü yıllarda Londra klanından atılmış ve sürgün edilmişti. Darja, onu kendine ait sokaklardan birinde bulduğunda bir insandan besleniyordu, genç kadın bir an bile düşünmeden adamın üzerine atılmış ve buradaki her vampirin şehre girdiğinde öncelikle kendisine hesap vermesi gerektiğinden bahsetmişti. Evet, adamın bu yerleşik kurallardan ve düzenden haberdar olduğundan emindi ancak kendini sorumlu hissettiğinden Rozkhov’u kulübe götürüp terbiye edebileceğine inanmıştı. Ah, bu oldukça büyük bir hataydı aslında, bazı insanların asla ve asla değişemeyeceğini birinci elden tecrübe etmişti çünkü. Böyle olacağını tahmin etmesi gerekiyordu.

Darja, parmaklarını çenesinin altında kavuşturup masasının üzerindeki dosyanın kapağını kapattıktan sonra, kapının önündeki adamlarından biri çağırdı. Rozkhov’u yakalayıp getirmeleri konusunda birtakım emirler verdikten sonra ise gidebileceğini işaret etmesine rağmen adam bir an için duraksamış ve bu da genç kadının gözünden kaçmamıştı. “Bir şey mi var Valerie?,” diye sordu rahatsız bir ses tonu ile. Bugün daha fazla problemle uğraşmak istemiyordu, canı bu mesele ile yeterince sıkılmıştı zaten. “Bir misafirim olacak demek. Ah, bunu uzun zamandır bekliyordum aslında.” Parmaklarını masanın kenarında tıkırdatarak konuşmasına devam etti, “Toparlayabileceğin her bir bilgi kırıntısını istiyorum Valerie. On beş dakika içinde masamda göreceğim.” Sesindeki rahatsızlık tınısı gitmiş, yerini neredeyse heyecanlı bir tona bırakmıştı. İhtiyacı olmadığı halde, derin bir nefes alarak ellerini önündeki bardağın camdan işlemelerinde gezdirdi. Misafirinin ne için geldiğini biliyordu, fakat aradan geçen yıllara rağmen Yufiela’dan vazgeçmemesi Darja’yı şaşırtmıştı. Yufiela’nın ölümü, aşağıdünyalıların büyük bir kısmı arasında hâlen daha gizemini koruyordu ancak herhangi birinin bunu önemsediği de söylenemezdi. Sonuçta o bir Nefilim’di ve Darja gibi düşünen aşağıdünyalılar, genellikle onlardan hoşlanmazlardı. O burnu havadalıkları ve melek kanından geldiklerinden dolayı kendilerini üstün görüyor olmaları kadının kanına dokunuyordu. İblis hastalığı diye bir saçmalığı ortalığa atıp, gecenin çocuklarını bir hastalık kurbanı olarak göstermeye bile cüret etmişlerdi.

Vampir, düşünceleri içerisinde kaybolmuşken suratına her zamanki durgun ifadesi yerleşmişti. Aklında neler dolandığını bilmek imkânsızdı dışarıdan bakan biri için, kadın duygularını ele vermeyen bir maske takmıştı sanki. Kapı aralandığında bile başını kaldırma zahmetine katlanmadan göz ucuyla içeri giren adamı süzdü. Beklediğinden biraz daha yaşlı göründüğünü düşünüyordu, yıllar her insan veya nefilim gibi onu da yıpratmıştı anlaşılan. Kendi türüne bahşedilen özelliklere şükran duyarak gök mavisi rengindeki gözlerini adama doğru kaydırdı, elini buyur edercesine sallayarak önündeki koltuklardan birini işaret etti. “Hoşgeldiniz Bay Bixente” dedi oldukça net ve otoriter bir ses tonu ile. “Normal şartlar altında buraya bu şekilde, elinizi kolunuzu sallayarak gelemeyeceğinizi belirtmek isterim,” dedi yapay bir neşeyle. “Tabii kulübü dilediğiniz gibi kullanmakta özgürsünüz” diye ekledi dudaklarının yukarı doğru kıvrılmasına izin vererek.

Hoş bir tebessüm ile karşısındaki adamın tepkisini ölçüyordu Darja, kim bilir kendisinden kaç yıl daha gençti ve buna rağmen karşısına böylece çıkmaya cüret edebilmesi inanılır gibi değildi. Ya aptaldı ya da Darja’nın ilgisini çekecek birtakım bilgilere sahipti. İntikam hırsı ile gözlerinin kör olması da ihtimaller dahilinde idi, yine de dinleyip kararını öyle verecekti dişi vampir. Kendi bildiklerini anlatmak yerine susmayı da tercih edebilirdi, oldukça iyi bir yalancıydı.


Last edited by Darja Romanova on Sun 5 Aug - 7:13; edited 1 time in total
Back to top Go down
Misafir
Guest


The smell of blood Empty
PostSubject: Re: The smell of blood   The smell of blood Icon_minitimeWed 25 Jul - 5:45




Kafasında binlerce soru vardı. Buraya gelmekle hata mı yapmıştı acaba? İstediği bilgileri nasıl öğrenecekti? Odanın içerisi loş ışıklarla aydınlanıyordu. Kadının masmavi gözleri Bixente'nin üzerinde durmuştu. İticiydi ve şeytanlık doluydu bakışları. “Hoşgeldiniz Bay Bixente” dedi yapmacık bir konukseverlikle. Bixente, cübbesinin arkasındaki hançerleri düzeltip Darja'nın karşısında duran sandalyelerden birine oturdu ve bacaklarını birbirinin üstüne attı. Bunlar olurken hala açık olan kapının arkasındaki adam, içerideki sakinliği görünce kapıyı kapattı ve dışarıdaki seslerin tamamen kesilmesini sağladı. “Hoşbulduk. Sigara içebilirim değil mi?” dedi soğuk bir ses tonuyla. Kadının cevabını beklemeden cebindeki tabakayı çıkardı. İçinden üç tane dikdörtgen şeklinde kağıt çıkarttı ve hepsinin kenarlarını belli bir düzende ıslatarak birbirine yapıştırdı. Şimdi daha büyük çapta bir dikdörtgen vardı avuçlarında. Tabakadan biraz tütün serpiştirdi ve tabakanın kenarında bulunan ayrı bir bölümden yeşil renkte, daha çok naneye benzeyen maddeyi tütünlerin üzerine dökerek dikdörtgeni küçük bir külah şeklinde kıvırmaya başladı. Kıvrılmış külahın ayrık duran bölümlerini dil darbeleriyle ıslatarak, birleştirdikten sonra sandalyenin yanında duran ufak sehpanın üzerine soğumaya bıraktı. “Normal şartlar altında buraya bu şekilde, elinizi kolunuzu sallayarak gelemeyeceğinizi belirtmek isterim, Tabii kulübü dilediğiniz gibi kullanmakta özgürsünüz.” Yüzündeki yapmacık gülümsemeyi sanki zorunluymuş gibi kullanmaya devam ediyordu. Bixente buna aldırış etmeyerek bakışlarını odanın başka taraflarına kaydırdı. Duvarda asılı duran, Bixente için anlamı olmayan birkaç tablo vardı. Üzerlerindeki bulanık tonlar ve kan kırmızısının yoğunlukta olduğu renkler tüylerini ürpertmişti. Öksürdü. Bunu yaparken elini küçük bir yumruk şekline sokup ağzına götürdü. Evde tek başınayken bu hareketi yapmıyordu kesinlikle. Yapmacık bir saygı gösterisiydi bu hareket, ona göre ve bu odada doğal hiçbir şey yoktu şu ana kadar. “Şimdilik girdiğime göre, bunun pek bir önemi yok değil mi? Emin olun buraya bir daha gelmeye hiç niyetim yok zaten, Bayan Ramanova.” dedi, kadının kulüp teklifini de böylece geri çevirmişti. Sesinde bariz bir tehdit vardı Bixente'nin. Hala aptal hareketlerine devam ediyordu. *Burada ne işin var ahmak, diyordu içinden bir ses ve bu ses nedense hep doğruyu söylerdi.

"Aslında benim birkaç sorum olacak size. Buraya bu yüzden geldim." dedi ve durakladı. Bunun sebebi kapının açılmasıydı. Aceleci bir vampir kapıyı açmış, fakat Darja'nın misafiri olduğunu gördüğünde özür dileyen bir tavırla aynı aceleyle kapıyı kapatıp gitmişti. Daha doğrusu kapıyı kapatamamıştı. Dışarıdan gelen şarkının sahibi Bixente'nin tanıdığı bir gruptu. Onların da vampir olduklarını biliyordu adam.
    'With your feet in the air and your head on the ground
    You try this trick and spin it, yeah
    But your head will collapse and there's nothing in it and you'll ask yourself
    Where is my minn?
    '

Şarkının sözlerine kısa süreliğine eşlik eden Bixente, sonrasında kapının kapanmasıyla birlikte odanın atmosferine geri döndü. Ne diyeceğini bir anlığına unuttu ve kafasını iki yana sallayarak kendi kendisini aşağıladı bu durumu yüzünden. Bir yandan da cümleleri toparlamaya ve karşısında duran kadından nasıl bilgi koparabileceğini çözümlemeye çalışıyordu. Gözleri masanın üzerinde duran minyatür külaha takıldı. Kıvama geldiğini düşünerek eline aldı ve az da olsa birbirinden ayrılmış yerleri tekrar ıslatarak yapıştırdı, fakat bu sefer kurumaya bırakmasına gerek yoktu. Dudaklarının arasında birleştirdi ve elindeki ateşi, külahın geniş ve kapalı olan tarafına doğrulttu. Ateş, külahı yaktığı sırada Bixente de üç - dört sık nefes alış verişiyle sigarayı harladı ve çakmağı kapatıp cebine koydu. Hazır halde elinde tuttuğu sigaradan duman almak için dudaklarına götürdüğü sırada, bir hata yapmış gibi sigarayı tekrar eline aldı ve karşısında duran kadına uzattı. "İçer miyiz?" dedi dostane bir şekilde...




Back to top Go down
Darja Romanova
vampir, new york klan lideri, violent pleasures
vampir, new york klan lideri, violent pleasures
Darja Romanova


The smell of blood Empty
PostSubject: Re: The smell of blood   The smell of blood Icon_minitimeSat 28 Jul - 13:17

Buradaki rp yanlışlıkla uçmuş bulunmakta. Şu an ağlıyorum.


Last edited by Darja Romanova on Mon 30 Jul - 7:20; edited 3 times in total
Back to top Go down
Misafir
Guest


The smell of blood Empty
PostSubject: Re: The smell of blood   The smell of blood Icon_minitimeSun 29 Jul - 9:20




Teklif ettiği sigara reddedildi, aslında buna sevindi adam. Sigarayı sakin ve yavaşça geri çekti. Dudaklarının arasına sabitleyip Darja'ya bu konuyla ilgili son bir bakış attı. Ateşi sigaralığa yaklaştırıp art arda sık nefeslerle harladı. En sonunda yanmayıp eğri kalan sağ tarafını işaret parmağını ıslatarak, yanık tarafa sürdü. Tekrar dudaklarına aldığı sigaradan uzunca bir nefes çekti. Çektiği nefesten çıkan ses, hafif ıslığı anımsatıyordu. Önünde kül tablası yaptığı bir kaba bıraktı sigarayı. "Benden tam olarak ne istiyorsunuz Bay Bixente?" dedi Darja, tam da bu sırada. Bixente, bu soruyu düşünmek için ellerini birleştirdi ve iki elini kafasına dayadı. Gözlerini kapattı. Nereden başlaması gerektiğini toparlamaya çalışıyordu. *Aptalsın sen. İçindeki hata yaptığına dair olan his hala devam ediyordu. Burada, bu şekilde doğruyu öğrenemeyecekti. Peki, öğrense ne olacaktı? Ne yapabilecekti tek başına? Hiç bir şey! Zaten elinde ispatlayacak bir delili yoktu. Karşısına çıkan bir vampir, Yufiela'yı öldürenlerin Darja'nın klanı olduğunu söylemiş; Bixente de buralara kadar bunu öğrenmek için gelmişti. Şimdi ne yapacaktı? "Doğrudan ne bilmek istiyorsanız onu sorun ve buraya beni sorgulamak amacı ile bir daha asla gelmeyin." Kadın artık sinirlenmeye başlıyordu. Bu sinirini de belli etmekten çekinmiyordu, çünkü o da farkındaydı burada Bixente'nin hiç bir halt yiyemeyeceğinin... 'Ölümden öte köy yok evlat.' Yufiela'nın bu sözü kulaklarında yankılandı. *Evet baba, ölümden öte köy yok! Nefilimler bu dünyaya bir görev için gelmişlerdi. Bu görev için her şeyi göze almaları ve doğru olan neyi gerektiriyorsa onu yerine getirmeleri gerekiyordu. Bixente kafasını kaldırdı ve kadının gözlerinin içine içine bakmaya başladı. Bakışlarındaki sert ifade, bir tehdit yada bir gövde gösterisi değildi. İntikam arzusuydu! O ihtiyar bunağın intikamını almak için gereken her şeyi yapacaktı. Bunu, Darja'nın da anlamasını sağlayacak şekilde bakıyordu Bixente şimdi. Derin bir nefes aldı ve tablaya koyduğu sigaradan uzun bir nefes daha çektikip yerine koydu. "Ne için geldiğimi bildiğini sanıyorum Darja. Aşağıdünya'nın ayaklı gazeteleri sana çalışmıyor mu yoksa? Yanlış mı biliyorum?" dedi. Sesi, karşısındaki kadının sesiyle aynı şekilde çıkmıştı bu sefer. Her şeyi geride bırakmıştı. Gerçek, hepsinden daha önemliydi. 'Ölüm sana ne kadar geç uğrarsa, Dünya için o kadar iyi olur genç adam.' Yufiela'nın sesi, bu sefer tezat cümleler kullanıyorlardı. *Fark etmez, babalık!

Kadın önünde duran dosyayı araladı ve Bixente'ye keskin bir bakış fırlattı. Oda birden kocaman sessizliğe büründü. Odanın içerisinde bulunan iki kişi de konuşmamaya sözleşmiş gibiydiler. Bixente, bu sırada tekrar sigarasına döndü. Sigarayı, orta ve baş parmaklarıyla yatay biçimde tutarak ağzına götürdükten sonra aynı ıslık sesiyle, bu defa hepsinden daha derin bir nefes alarak sigarayı tablaya geri bıraktı. İçinde tuttuğu dumanı, tavanın tam ortasında bulunan ve yarım yamalak iş gören ampule doğru üfledi. Bunu yaptığı sırada kadın tekrar konuştu. "Yufiela hakkında konuşmak istiyorsun değil mi nefilim?" Sesinde hiç bir pürüz, hiç bir duygu belirtisi bulunmuyordu. Çok net bir şekilde konuşuyordu ve sadece konuşmak için, sadece Bixente'yi başından gönderebilmek için konuşuyordu. Bu bariz bir şekilde ortadaydı. *Doğru tahmin, seni ucube! İçinden geçirdiklerini dışarıya vurmaması gereken bir ortamdaydı Bixente. Bu yüzden konuşmak için, kadının cümlesini tamamlamasını beklemek en doğrusuydu. Doğru tahminde bulunduğunu, kadına belli edecek bir hareket yapmıştı zaten adam. Başını yavaş ve sakin bir şekilde öne doğru sallamıştı. "Bana bağlı olan hiçbir vampirin bu olayla bir ilgisi olmadığına dair seni temin ederim." diyerek kendince bu konuşmayı bitirmişti Darja. *Ne bekliyordun, seni ahmak? Evet ben mi öldürdüm diyecekti? Bixente, kendini suçluyordu şu anda. Buraya gelmesinin hiçbir şeye faydası olmayacaktı. Çünkü, hiçbir nefilim burada bir vampire atar yapıp sağ çıkamaz ve hiçbir vampir de aşağıdünya ve nefilim dünyasında bu kadar tanınan bir gölgeavcısına gerekmedikçe zarar veremezdi. İki taraf da birbirinin suyuna gitmeye mecburdu. Elbet, bu işin peşi bu kadar kolay bırakılmayacaktı. "Pekala öyle olsun Bayan Romanova!" dedi. Yine de hiç yerinden kıpırdamıyordu adam. Sigarayı tekrar eline aldı ve dudaklarına götürdü. Uzun bir nefes daha çekti... Karşısındaki kadının hayatı kadar uzun değildi, ne yazık ki.



Back to top Go down
Darja Romanova
vampir, new york klan lideri, violent pleasures
vampir, new york klan lideri, violent pleasures
Darja Romanova


The smell of blood Empty
PostSubject: Re: The smell of blood   The smell of blood Icon_minitimeMon 30 Jul - 7:20

Adamın gözlerindeki kuşku, loş ışıkta bile rahatlıkla seçilebilirken koyu renkli deri koltuğuna gömülmüş olan Darja, ciddiyetini korumaya devam ediyordu. Açık vermemek konusunda kararlıydı. Hamlelerini dikkatlice yapıyor, tedirginliğini belli etmemek için de konuşmalarına hafif bir alaycılık tınısı katmayı ihmal etmiyordu. Karşısında oturan adamın kendisine ve sözlerine inanmadığı barizdi, ancak Darja şimdilik ondan gelebilecek herhangi bir tepki için endişeli değildi. Yüz yıllarca yaşamış olan bir klan liderine kendi mekânında saldıracak kadar çılgın bir canlının var olabileceğinden pek emin değildi çünkü. Başını hafifçe yana eğerek kapının önündeki kargaşayı dinlemeye koyuldu. Dışarıdan gelen sesler oldukça hararetliydi ve barın gürültüsünü bastırarak Darja’ya dek ulaşıyordu. İşittiği itiraz dolu nidalar ve başarısızlığın hakim olduğu konuşmalar onu huzursuz etmişti. Sabahki olayın bu kadar uzayacağını bilseydi eğer, çoktan kendi başına halledip konuyu kapatmış olurdu. Korumalardan birinin kendisi ile ilgili söylediklerini dinlerken gözlerini devirdi, sanki Darja onlardan bin yıllık bir vampiri tutup getirmelerini istemiş gibi, imkânsız bir göreve çıkmak zorunda bırakıldıklarını heyecanla anlatıyordu. Aptal adam, diye iç geçirdi kadın ve tekrar orada olduğunu bile unuttuğu misafirine döndü. Adamın kendisine birkaç soru daha yöneltmesini bekliyordu, böyle susup oturmak için mi Darja’nın kıymetli vaktini harcıyordu? Ayrıca, aradığı cevapları bulamayacağını önceden tahmin etmesi gerekirdi. Kim işlediği bir suçu intikam hırsıyla yanıp tutuşan düşmanına karşı itiraf ederdi ki?

Kafasını hafifçe sağa sola sallayarak karşısındaki adama bakıp gülümsedi. Tavırları çoluk çocukla vakit kaybetmekten daha önemli işleri olduğunu gösterir nitelikteydi. Bixente’in bundan rahatsız olacağından emindi Darja, yine de söyleyecek bir şeyi yoksa artık buradan gitmesi gerekiyordu adamın. Çabaları boşa çıkacaktı evet, ancak elden ne gelirdi. Hafif bir tebessümle kaşlarını yukarı doğru kaldırdı, “Bay Bixente, gerçekten burada ne bulmayı umuyordunuz, bilemiyorum ancak çabalarınızın boşa çıkması çok yazık.” Zehirli gülümsemesi, şeytani bakışları ile birleşerek etrafına tehditkâr bir hava yaymasını sağlıyordu. Düşünceli bir şekilde ellerini çenesinin altında birleştirerek masasının altında bacaklarını üst üste attı. Dirseklerini ahşap zemine yaslayarak öne doğru eğildi, “Size bir sır vereyim bay Bixente.” Fısıltısı bir nefilim için oldukça zor duyulur bir türdendi. “Katiller asla suçlarını itiraf etmezler, hele de peşlerinde sizin gibi güçlü bir düşmanları varsa.” Evet, bu adamın şüphelerini üzerine çektiği kadar kendisinden uzaklaştırırdı da. İşlemediğiniz bir suç hakkında konuşurken rahatsız hissetmezdiniz kendinizi, böylelikle de yalanlarınız inandırıcı olurdu. Darja, haklı sebepleri olduğundan dolayı kendini suçsuz hissediyordu, masumiyeti onu tüm şüphelerden arındıracaktı!

Gök mavisi gözleri konuğunun üzerinde dolaşırken kötücül bir neşeyle parıldırıyordu, dudaklarının zehirli kıvrımları ise karşısına çıkacak herhangi bir insanın ödünü patlatacak cinstendi. Sıranın Bay Leandre’de olduğunu düşünerek sessizliğini korumaya çalıştı. Onun gibi yaşlı bir vampirin kıpırtısız kalması oldukça doğaldı, hareketleri güçlerini ortaya çıkarmadığı sürece normal bir insandan daha ağırdı. Yılların verdiği hafif uyuşukluk istemese de üzerine siniyor, sabit bir noktaya kilitlenip kalıyordu sürekli. Bu yüzden de sürekli dikkati dağılıyor, kendi beyninde boğulacakmış gibi hissediyordu sık sık. Özellikle de bugünden sonra daima tetikte olması gerekecekti, ta ki kaçak vampiri yakalayana dek. Ah, bir de başına bu çıkmıştı işte! Bir an önce Maja ile konuşması gerekiyordu, ikizi onu hem bedenen hem de ruhen rahatlatmayı iyi biliyordu.


Last edited by Darja Romanova on Sun 5 Aug - 7:13; edited 1 time in total
Back to top Go down
Misafir
Guest


The smell of blood Empty
PostSubject: Re: The smell of blood   The smell of blood Icon_minitimeThu 2 Aug - 8:21




3 Gün Önce

Idris'in buğulu havasını ciğerlerine doldurdu adam. Dükkanı kilitledi ve kendisini sessizliğe bıraktı. Umbra Silah Dükkanı, Nefilim şehrinin ücra köşelerinden birinde bulunuyordu. İşi olmayan bir insanın buralara yolu düşmezdi. Bugün de kimsenin işi yok gibi görünüyordu sokağın boş olmasına bakılırsa. Bixente sırt bölgesinde taşıdığı ikiz hançere dokundu. O kadar silah varken bunları taşımasının bir nedeni vardı elbet. Bu silahlara bir bakıma bağlıydı. Kendi organı gibi görüyordu bu hançerleri. Kullanmasını Yufiela'dan öğrenmişti. Yaşlı moruk da bu hançerlerden kullanırdı ve zamanında bir sürü Aşağıdünya'lı avlamış olmasına bakılırsa gerçekten işe yarar silahlardı. Bu yüzden başka bir silaha ihtiyaç duymuyordu adam. Bütün görevlere yada ipucu ararken girdiği ortamlara bu silahlarla dalıyordu. Bugün de bu silahlarla New York'a gidecekti. Merkezin vermiş olduğu bir görevi yerine getirmek istiyordu. Rozkhov adındaki bir vampirin liderliğini yaptığı küçük bir grup ucube takımı, geçen günlerde bir nefilimi öldürmüşlerdi. Bunu cezasız bırakmayacaktı Idris! Gerekirse bütün takımı ortadan kaldıracaklardı yada o Nefilim'i öldüren vampiri Bixente'ye verecekti Rozkhov.

"Hazır mısın kaptan?" dedi arkasından gelen bir ses. Bixente arkasını döndü ve bu görevde ona yardım edecek olan Jaqen'le, Persis'i gördü. İkisi de birbirinden yetenekli gölge avcılarıydı. Enstitüden tanırlardı birbirlerini. Bixente onlardan iki üst kademeydi. Bu yüzden, tüm Nefilim'lerde olduğu gibi rütbe gereği Bixente bu takımın kaptanıydı. Adamlara bakıp gülümsedi. Jaqen bu jeste aynı şekilde karşılık verirken, Persis sadece kafasını sallamakla yetindi. Bixente tekrar önüne döndü ve küçük bir ıslık sesine benzeyen sesle siyah bir buluta dönüşüp Idris sokaklarında süzülmeye başladı. Gölge olma zamanı gelmişti! Binalar, sokaklar ve yollar hızla akıp gidiyordu. Çok hızlı hareket ediyorlardı ve bu yüzden sıradanlar onları fark edemiyorlardı. Bixente arkasına baktı ve aynı şekle bürünmüş olan iki takım arkadaşının onu izlediğini görünce tekrar önüne döndü. Ani bir hareketle sağa döndü! Artık kendi mekanlarından çıkmışlardı. Sıradanların, Aşağıdünya'lılarla en iç içe yaşadıkları şehre gelmişlerdi. New York. Jaqen, iz bulma konusunda en iyi Nefilim'di. Bu konuda özel bir yeteneği bulunuyordu. Bu yüzden komutayı kısa süreliğine onun alması gerekiyordu. Bu yüzden Bixente, tekrar arkasını döndü ve Jaqen'e öne geçmesi için işaret yaptı. Onun işaretini gören adam, hızını arttırdı ve az önce Bixente'nin bulunduğu konuma geçti. Sıradanların tepesinde süzülüyorlardı, fakat hiç biri bunu fark etmiyordu. Bixente, yıllarca onların arasında yaşamıştı. Kendisini hep farklı görmüştü, çünkü o kötülüğü fark edebiliyordu. Onlar olaylara seyirci bile olamazken, Bixente bir şeyler yapmak istiyordu ve bu yüzden hepsinden nefret etmişti zamanında. Sonra, en karanlık zamanda bir adam çıkmıştı karşısına ve ona bu hayatı bahşetmişti. Bu aptal ırktan olmadığını, farklı olduğunu açıklamıştı. Ona kendisi olmayı ve kim olduğunu öğretmişti adam. Bixente, siyah bulutun içerisinde gözlerini kapattı ve dualarını yukarıya gönderdi, Yufiela'nın duyduğuna emin bir şekilde... "Aşağıda!" dedi Jaqen. Üçü de aynı anda aşağıya ivme alarak süzülmeye başladılar. Üç siyah, devasa yılan gibi görünüyorlardı. Yere bir metre kala gerçek formlarına dönüştüler. Bixente'nin ayağı yere bastığı anda, gözleri Rozkhov'un gözleriyle buluştu. Arkasında üç vampir daha bulunuyordu. Kaptanları bir adım gerilemişti. Diğerleri de neler olduğunu anlamış gibiydiler ve bu yüzden kuşkulu ifadelerle karşılarında duran üç nefilime bakıyorlardı. Bixente bir adım daha yaklaştı. "Öylece bu işten paçayı sıyırabileceğini mi sandın Rozkhov? Tek başına bir nefilimi sokak ortasında öldürecek ve hiçbir şey olmamış gibi kurtulabileceğini mi sandın? Hayır, hayır. Senin gibi koskoca yılları önüne katan bir vampir böyle bir şey yapmış olamaz zaten. Bu arkanda duranlardan hangisi yaptı? Söyle!" dedi. Sesinde en ufak bir kuşku, korku ve bu duygulara benzer bir duygu yoktu. Tavrı gayet netti. Yine de zor kullanmak zorunda kalacakları belliydi, çünkü en ucube lider bile kendisine boyun eğmiş bir takım arkadaşını ölüme göndermezdi. Rozkhov da böyle düşünüyordu ve bu yüzden sivri dişlerini Bixente'ye korkak tavırlarla göstermeye başladı. Bu bir tehditti. Boş bir tehdit!

Jaqen, Bixente'nin işareti üzerine gölge şekline bürünüp vampirlerin arkasına geçmişti bile. Persis ve Bixente ise vampirlerin önünde duruyorlardı. Persis, Bixente'nin tanıdığı en acımasız nefilimlerden biriydi. Bunun nedenini hiçbir zaman öğrenememişti, fakat onda farklı bir takım şeyler olduğunu biliyordu. Bu yüzden şimdi de kana susamışlığı ortadaydı. Ellerini arkasındaki kılıçta birleştirmiş ve Bixente'den gelecek olan işarete odaklanmıştı. Bix ise, son bir defa Rozkhov'a baktı. İşlerin böyle yürümediğini anlatmak istedi bu bakışla. Ardından gölge şeklinde zıpladı ve Rozkhov'u yakasından tutup kaldırdı! Persis ve Jaqen, aşağıdakileri halledene kadar Rozkhov'la ilgilenecekti. Yüksek bir apartmanın çatısına geldiklerinde ellerinden bıraktı adamı ve kendisi de insan formuna büründü. Rozkhov, sersemlemiş bir halde dizlerinin üzerinde geri adımlar atıyordu. Bixente, belindeki iki hançeri de çıkarıp yavaş adımlarla vampire doğru ilerlemeye başladı. Rozkhov da ayağa kalkmıştı bu arada. İki adam da birbirinin üzerine hamle yaptı ve havada çarpıştı. Bixente hızlı davranmış ve Rozkhov'u boynundan yakalamıştı. Elindeki hançerlerden birini adamın boynuna bastırıp çatıda bulunan bir duvara yapıştırdı vampiri. "Aşağıda duranların bir önemi yok Rozkhov. Eğer, sorduğumda cevaplasaydın bunlar yaşanmamış olacaktı, fakat şu an bir önemi yok! Bana bir şeyler söyleyeceksin Rozkhov. Benim için önemli olacak bu söylediklerin ve seni öldürmekten vazgeçirebilecek şeyler olacak. Anladın mı beni?" yüksek ve sert bir sesle söylemişti bunları. Hem de adamın kulağının dibinde. Rozkhov, boynundaki hançere baktı. Yutkundu. Gözlerini tekrar Bixente'ye çevirdi ve dudaklarını tereddütlü bir halde araladı. "Yufiela'yı öldürenler-" dedi. Bixente bunu duyduğu anda hançeri vampirin boynuna daha sert bir şekilde yapıştırdı. O kadar sert yapıştırmıştı ki, Rozkhov öksürmeye başlamıştı. Hançeri çekti ve devam etmesini belirtti. "Darja'nın lideri olduğu New York Vampir Klanı." dedi. Hançeri tamamen çekti Bixente ve vampirin aniden karanlığa karışmasını, boş gözlerle izledi. Şimdi sevinmeli miydi, ne yapması gerektiğine dair bir fikri yoktu. Idris'e dönmesi gerekiyordu. Tek bildiği bundan ibaretti. Apartmandan aşağıya atladı ve havada gölge şekline bürünüp aşağı indi. Zeminle buluştuğunda, yerde yatan üç vampir gördü. Dehşet verici bir halde öldürülmüşlerdi. Persis, vampirlerin yanında oturmuştu. Jaqen ise, ateş yakmaya çalışıyordu. "Bırak Jaq. Şu parçalanmamış olanı al da gidelim buradan." cümleyi kurduğu anda gölgeye karışmıştı bile adam...

Bugün

Karşısındaki kadının şeytani bakışlarına odaklanmıştı. Yaklaşık on dakikadır hiç konuşmadan, dinlemeden ona bakıyordu. Başını iki yana sallayarak gülümsedi ve kül tablasındaki sigarayı tekrar dudaklarına sabitleyip derin bir nefes çekti. Dumanı daha dışarı vermeden bir nefes daha çekip sigarayı küllüğe bastırdı. Sonrasında ise, karşısındaki masada oturan kadına döndü. "Rozkhov, bana senin adını verdi Darja. Bunu nasıl açıklayacaksın?" dedi. Sesinde bu sefer umursamaz bir hava vardı. Burada olmasının bir farklılık yaratmayacağını, intikam için ne olursa olsun karşısındaki vampire saldırabileceğini anlatmaya çalışmıştı bu ses tonuyla. Anladığına da emindi. Sırtını yasladı ve bakışlarını odanın içinde gezdirdi. Vampirlerin gösteriş merakı, hep dikkatini çekmişti. Tıpkı burada da olduğu gibi, her yerde en iyisi olmasını istiyorlardı. Abartıyı, süsü ve kırmızıyı seviyorlardı. Kesinlikle, kırmızı. Tıpkı Darja'nın dudaklarına sürdüğü ruj gibi. Zaten vampir olmasından gelen, doğal bir güzelliği ve çekiciliği olmasına rağmen yine de süsünden vazgeçemiyordu. Kısık gözlerle kadına bakmaya başladı Bixente. Ne diyeceğini, burada ne olacağını merak ediyordu.





Buyrun:
Back to top Go down
Darja Romanova
vampir, new york klan lideri, violent pleasures
vampir, new york klan lideri, violent pleasures
Darja Romanova


The smell of blood Empty
PostSubject: Re: The smell of blood   The smell of blood Icon_minitimeSun 5 Aug - 7:12

Aradan geçen yoğun bir sessizlikten sonra Darja irkildi, gözlerini konuğunun yüzünden kaçırarak sırtını dikleştirdi. Halen daha masasının ardında oturuyor, hafifçe kıpırdanmak dışında en ufak bir canlılık belirtisi dahi göstermemeye devam ediyordu. Ah, Rozkhov’un başına böyle bir iş açacağını bilmesi gerekiyordu kadının. Bunca yıllık tecrübesi nereye kaybolmuştu sahi? Olayları öngöremez olmuş, sürekli şaşırır hâle gelmişti. Neler oluyordu ona böyle? Bu dikkat dağınıklığına çabucak bir çözüm bulması gerekiyordu, yoksa sonuçlarına katlanması gerekecekti. Yaşamını bu yüzyılda sonlandırmak istemiyordu, daha göreceği milyonlarca şey vardı. Maja ile birlikte yapacağı tonlarca şey! Suratındaki donuk tebessümü koruyarak düşünmeye başladı. Bixente olayların ne kadarını öğrenmiş olabilirdi ki? Biraz önce de onu sorgulamayı aklından geçirmişti ancak bunu yapamayacağı ortadaydı. Daha doğrusu, konuğunun ağzından zorla laf alsa bile sonuçları Rozkhov ile çarpışmaktan çok daha beter olabilirdi. Bu yüzden de sakinliğini korumalı ve misafirini sivri dilini kullanarak konuşturmalıydı.

Düşüncelerini düzene sokmaya çalıştığından bir an için duraksadı, adamın kendisindeki bu tuhaflığı fark etmemiş olmasını diliyordu. Bu durumda iken yani zaten söyleyecek bir şeyi yokken neler uydurabilirdi ki? Anlamsız sözcüklerden başka, adamı oyalayabileceği hiçbir şey yoktu elinde. Bu yüzden de Bixente’in ses tonundaki saldırganlığı ele alarak adama karşılık vermeyi tercih etti. “Rozkhov ile olan geçmişimiz oldukça eskilere dayanır Bay Bixente.” Dedi adama olayların dışında kalması gerektiğini belli eden bir ses tonuyla. Bu mesele yalnızca Rozkhov ile Darja arasındaydı ve çok kısa bir süre zarfı içinde de mesele olmaktan çıkacaktı. “O, bana bağlı ancak işlediği suçlar yüzünden cezalandırılacak. Adamlarım çoktan peşine takıldılar bile, yakında ellerim boğazını sarmış olacak.” Sesi gittikçe alçalmış, zehirli bir tını ile dudakları arasında kaybolup gitmişti. Darja, gerçeklerden bihaber karşısında oturmuş, öfkeli gözleri intikam ile parıldayan genç adama baktı. Onun adına gerçekten üzülüyordu kadın, bulaşmak istediği belanın ne olduğuna dair en ufak bir fikri dahi yoktu çünkü. Olamazdı da. Rozkhov’u konuşturmuş olsa bile, öğrenebileceği tek şey cinayetin Darja ile alakalı olduğuydu. Vampir de bunları yalanlar, hiçbir kanıtı olmadığı gerekçesi ile adamın tepesine binebilirdi.

Gülümseyerek kendini ve konuğunu rahatlatmaya çalıştı, odaya hâkim olan bu elle tutulur gerginlik ikisini de rahatsız ediyordu çünkü. Masasındaki bardağı alıp kanla karışık şarabının tadına baktı, dili işlemeli camın çevresinde hafifçe gezinirken aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı. “Ah, Bay Bixente. Aslında anlamış olmanızı beklerdim. Rozkhov ile aramız iyi değil söylediğim gibi, birçok suç işlemiş durumda. Bu yüzden de benim peşimde, dolayısıyla size hakkımda yalan yanlış bir ton şey söyleyebilir. Sizden ona kulak asmamanızı rica edeceğim, tabii bir de gördüğünüz yerde klanımdan birine haber vermenizi isterim.” Adamın tepkisinin ne olacağını merak ediyordu Darja, yerinde kendisi olsaydı karşısında oturmayı bırakın bu meseleye bulaşmazdı bile. Kendisi ve kardeşi dışında önemsediği hiçbir şey yoktu kadının. Bu da ona inanılmaz bir rahatlık veriyordu, endişeleneceği hiçbir şey yoktu, sorumluluk almak zorunda değildi. Elbette, klanı dışında. Kendisine bağlı olan her bir vampire güveniyordu o, belki bu bir hataydı ancak güvensizlik klan ilişkilerini çok daha büyük bir kaosa sürükleyebilirdi. Konuşmanın gidişatı tam olarak istediği gibi değildi, bu yüzden en otoriter ses tonunu takınarak “Yani size açıklayabileceğim hiçbir şey yok. Anlıyorsunuz ya, bunların hepsi Rozkhov’un oyununun bir parçası.” Evet, bu kısım gerçekten de doğruydu. Rozkhov, Darja’nın uzun bir süredir yolundan saptığının farkındaydı belki de, ancak zamanında yaptıklarından ve Darja’nın hoşgörüsünden dolayı olayı büyütmemeye kararlıydı. Hem, aralarındaki düşmanlık oldukça tehlikeliydi, bir klan liderine bulaşmak ölüm fermanını imzalamakla eş değer sayılırdı.

Darja birkaç yıl öncesinde karşı karşıya geldiği iblisi hatırladı, behemoth, Ezio. Ah, iblis öylesine güçlüydü ki vampir resmen büyülenmiş, onun gücüyle gözlerini kör etmesine izin vermişti. Kirli işlerinde kendine bir yandaş edindiğini düşünmüş, başı sıkıştığında veya altından kalkamayacağı bir durumla karşılaştığından hemen Ezio’nun yanına koşmuştu. İblis de Darja’ya dilediği desteği veriyor, arka planda yönlendirdiği sıradanlar ve güçsüz aşağıdünyalılar ile vampire yardım ediyordu. Darja, hafifçe öksürerek Bixente’in dikkatini çekmek istedi. Evet, şimdi neler düşündüğünü merak ediyordu, kadına inanıyor muydu yoksa güvensizliğini maskelemekle mi meşguldü?

Back to top Go down
Sponsored content


The smell of blood Empty
PostSubject: Re: The smell of blood   The smell of blood Icon_minitime

Back to top Go down
 

The smell of blood

View previous topic View next topic Back to top 
Page 1 of 1

Permissions in this forum:You cannot reply to topics in this forum
Unwonted Dimension RPG :: Manhattan :: Violent Pleasures Striptiz Kulübü-
Free forum hosting  | ©phpBB | Free forum support | Report an abuse | Forumotion.com